Efe Sembol ile söyleşi: Soyut sanatı anlamak için resmin içine girmek!
- 26 Tem 2022
- Röportajlar, Sanat
- 8 dk okuma
Hiç soyut resmin neden pek çok kişi tarafından anlaşılmaz olarak değerlendirildiğini düşündünüz mü? Anlam veremediğimiz şekiller, akan boyalar, farklı renklerin birbirleriyle iç içe geçmesi, farklı dokular bazen neredeyse üç boyutlu hissi veren kalın boya katmanları, desenler ve çizgiler.
Soyut resim sanatına olan önyargıların çoğu zaman soyut resmi anlamlandırmadaki zorluktan geldiğini düşündüm. Tükettiğimiz pek çok görsel içerik çoğu zaman kesin anlamlar içerir ve seyirciye bir mesaj iletir. Fakat soyut resim yoruma açıktır ve net mesajlar içermez. Renkler ve dokular arasında oluşan iletişim ön plandadır. Seyirciye alışık olduğundan farklı bir görsel deneyim sunar.
Birkaç yıl önce sanatçı Efe Sembol ile tanıştım ve son zamanlarda kendisiyle röportaj yapma şansı bulabildim. Sohbetimiz sırasında beni en çok düşündüren şeylerden biri de Sembol ’ün, -soyut resim sanatının sözel ifadelerle anlamlandırılmasına olan karşı çıkışıydı. Ben ise her zaman sanatçı ne demek istemiş gibi düşüncelerle, sanatın hep bir mesaj iletme kaygısı güttüğünü düşünmüşümdür. Sembol ‘ün Soyut resim sanatını görsel bir deneyim biçimi olarak konumlandırılması, soyut resim sanatına olan bakışımı değiştirdi.
İşte Sembolün soyut resim sanatına yaklaşımı hakkında ondan öğrendiklerim.
Efe Sembol tablolarında, aşina olduğumuz doğaya ait öğeleri kontrol noktası alarak, aşina olmadığımız bilinç dışı doğalarda gezintiye çıkabilmemiz için bir geçit sunuyor. Geçitlerin seyirciyi davet ettiği yer, yeni bir varoluşun içinde seyircinin kendini bulacağı farklı boyutların kapılarını açıyor.
Arketipler ve kolektif bilinçaltı
Sembol, tablolarında kolektif bilinçaltını ve arketipleri önemli bir yere koyuyor. Peki bu iki kavram ne anlama geliyor?
Arketipleri, antik dönemde, dini ve mitolojik hikayelerle nesilden nesile aktarılan davranış kalıpları olarak görebiliriz. Carl Gustave Jung’a göre insanlığın kolektif bilinçaltı bu davranış motiflerini yani arketipleri barındırır. Örneğin farklı dinlere ait hikayelerde ve farklı kültürlerin mitolojilerinde benzer davranış kalıplarıyla özdeşleşen karakterlere rastlarız (Anne figürü, kahraman figürü vs.). Tüm bu farklı kültürlerin ortak hikayeleri, karakterleri ve sembolleri olmasına rağmen, antik dönemde bu kültürler arasında çok fazla fiziksel temas yoktu. Jung’a göre bu durum kolektif bilinçaltı konseptini kanıtlamaktadır.
Arketipler, zamandan ve mekândan bağımsız olarak farklı kültürlerde ortaya çıkan modelledir. Farklı kültürlerin aynı özelliklere sahip belirli bir mitoloji karakteri veya insanlık tarihinin en eski sembolleri olabilirler. Arketiplerin her insanda benzer duygular uyandırdığına, bu yönüyle evrensel olduklarına dikkat çeken Jung, onların insanlığın ortak bilinçaltının çekirdek yapılarını oluşturduğunu vurgulamıştır.
“Ben kendimi şeffaf bir aracı olarak görüyorum”
Kolektif bilinçaltında var olan arketipleri ve bilinç dışı öğeleri algısal boyuta getirerek tablolarına aktaran sanatçı, tablolarının bu yönüyle bilinç dışı doğaya açılan bir kapı, adeta bir geçit olduğunu belirtiyor. Sanatçı, tablolarındaki doğanın algısal bir doğadan ziyade daha derinlerde var olan ikincil bir doğa, olduğunu belirtiyor ve ekliyor “Bilinç dışı doğa, bana göre bütün hakikatin, gerçekliğin, düşüncelerin gerçek işleyişinin bulunduğu yerdir.”
Tablolarını bilincinin kontrolde olmadığı bir dalgınlık anında ve herhangi bir ön fikir olmadan, kendisini şeffaf bir aracı konumuna alarak resmettiğini belirten sanatçı, tablolarında soyutlamalara giderken başvurduğu tekniğin öncelikle bir aracılık durumu olduğunun altını çiziyor. Sanatçı, tablolarının yapım aşamasında fikir ve düşüncelerden özellikle uzak kalmak istediğini ise şöyle ifade ediyor, “Fikir ve düşüncelerle insan hep bir yerlere varabilir, ya da bir yerlere vardığını zannedebilir ama aslında olduğu yerde döner, fazla uzağa gidemez. Boyut değiştirip bir fikirden ötekine atlar.”
“Resim sanatçıya kendisini yaptırıyor!”
Sembol, arketiplerin ve sembollerin, modern dünyadaki insanın şuuraltının bastırdığı, onun ilkelliğini ifade eden ilk örnekler olduğunu belirtiyor. Gerçeküstücülerin resim yapma pratiklerine dikkat çeken Sembol, gerçeküstücülerin bilinç altındaki sembolleri yüzeye getirebilmek için karanlıkta karakalem çalışması ile eskizler çizerek, dokular elde etmeye çalıştıklarını ifade ediyor ve ekliyor “Gerçeküstücülerin otomatizm tekniğiyle, kolektif bilinçaltının derinlerinden çekerek resimlerine getirmek istedikleri arketipler, Jung’a göre bilinçten önce de var olan algılama ve kavrama biçimleriydi. Arketipler bu bağlamda Tanrının düşünceleri olarak da yorumlanmaktadır.”
Sembol, tablolarının arkasındaki motivasyonu ise şu şekilde açıklıyor “Arketipleri tablolarımda yüzeye getirmeye çalışıyorum. Bu semboller modern insanın artık unuttuğunu ve yaşantısında bir yere konumlandıramadığı semboller olsa bile insanın ilkel benliğini, özünü, kendisine hatırlatan sembollerdir.”
Soyut resim sanatında sanatçının bilinç dışına açıldığını tekrarlayan Sembol, soyut resim yapan bir sanatçının, irrasyonel bir olguyu bilinçaltından alarak algısal boyuta, tablosuna getirirken kaza etkileriyle beliren irrasyonel öğeleri soruşturmadan nesnelleştirmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Sanatçı ayrıca bilinç dışı öğeleri, somutlaştırma aşamasında bilincin devrede olmaması gerektiğini, somutlaştırmanın akılla değil sezgiyle yapılması gerektiğini vurguluyor. Sembol, bilinç dışı öğeleri rasyonelleştirmek yerine onun irrasyonel doğasını destekleyecek şekilde tabloya aktarılması durumunda bu öğelerin kendisini gerçekleştireceğini, dolayısıyla resmin sanatçıya kendisini yaptıracağını aktarıyor.
Düşünsel bedenlerin sanatçının renk paletine yanasıması
Sanatçı, renk paleti seçiminde ise tablosuna getirdiği bilinç dışı öğelerin, derin doğaların karanlık renklerine vurgu yapıyor. Sanatçının, bilinç dışında yakaladığı duygu yoğunluğunu ve orada keşfettiği yeni şeyleri ifade edebilmek için koyu renkleri kullandığını söylüyor. “Koyu geçişler kullanıyorum. Koyu kahverengi eskitilmiş beyazlar, doku etkileri ve siyah arka planlar…”
Sanatçı, tablolarında kendiliğinden ortaya çıkarmaya çalıştığı şeyin derinlerin ruhunda gizli olan düşünsel bedenler olduğunu söylüyor. Düşünsel bedenleri, düşüncelerimizin bedene bürünmüş hali olarak algılayabiliriz buradaki söz konusu bedeni, duyusal olarak algıladığımız bedenin ötesinde bir varlık olarak düşünebiliriz. Sembol, düşüncelerimizi ifade ederken sözlü ifadenin öncesinde bu düşüncelerin bir enerji, soyut bir varlık olduğunu ifade ediyor.
Düşünsel bedenlerin Kant felsefesinde anılan numen yani nesnenin görüntüsünün ardındaki gerçek özü’nü resmedebilme çabası olarak nitelendiren sanatçı, tablolarındaki karanlığı ise şöyle ifade ediyor “Derinliğin ruhu karanlığın asaletini görebilen insanlara açıktır.”
“Soyut sanat eserine bakıp onu deşifre etmeye çalışıyorsanız bir hata yapıyorsunuzdur.”
Sembol, tabloları özelinde izleyicinin deşifre etmesi gereken hiçbir şeyin olmadığını belirtiyor. Pek çok kişinin görüşüne katılmayabileceğini vurgulayan Sembol, sergiye gelen izleyicilerin bu sanatçı bize ne demek istemiş gibi sorular sormaları durumunda onlara karşılık olarak cevabının şu şekilde olacağını ifade ediyor.
“Bir şey demek isteseydim bir kitap yazardım ya da bir yazı yazıp buraya koyardım.” Sembol çalışmalarının ön seziye ve çağrışıma yönelik olduğunu, sergiye gelen izleyicilerin de zihniyle anlamak için değil hissetmek ve bunu tecrübe etmek için gelmelerinin uygun olacağını belirtiyor ve ekliyor. “Benim eserlerimin bir geçit olduğunu söyleyebilirim. Tablolarım, kişi ile kendi bilinçaltı arasında iletişime geçebileceği bir kapı açıyor geçit görevi görüyor.”
Şamanın rüyası
Tabloda gördüğümüz bedenin kafasında yer alan haleden hareketle bu bedenin bir şaman tanrısına ait olduğunu ifade eden Sembol, bedenin tanrı olduğunu vurgulamak amacıyla haleyi resmettiğini belirtiyor. Bedenin içinde resmettiği sembollerin gök tanrı inancına ait tamgalar (işaretler- damgalar) olduğunu dile getiren sanatçı, tamgalara kendi yorumunu getirerek bu semboller arasındaki ilişkilerin ve iletişimin tablolarında nasıl kendiliğinden kurulduğunu şu sözleriyle ifade ediyor.
“Bir çocuğun oyun çemberine girdiğinizi hayal edin, o çemberin içinde dış gerçeklikten bağımsızlaşırsınız. Ben de oyun çemberi içinde bir çocuğun oyuncaklarıyla oynadığı gibi bu sembollerle oynuyorum. Sembollerle oynamayı bilmek gerekiyor. Bunun için de gerçeklik ve nedensellik bağlamından uzaklaşarak, oyun çemberinin dışındaki yani dış gerçeklikteki kendimi ötekileştirmem gerekiyor. Böylece tam anlamıyla oyun çemberi içindeki oraya has “gerçekliğe” adapte olarak sembollerle oynayabilir onları resmedebilirim.”
Fauna et flora (bitki ve hayvan topluluğu)
Sembol, tablosunda tıpkı doğanın bir faunası olduğu gibi insanın tinsel doğasında da sahip olduğu düşüncelerinin faunasının yani düşünsel bedenlerinin (numen) olduğunu ifade ediyor. Sanatçı, tablosunda yüzeye getirdiği bedenlerin beş duyuyla algılanamayacağını, bu tablonun algılanabilmesi için ön seziye ihtiyaç olduğunu belirtiyor.
Sembol, düşüncenin bedenlerini usdışından algısal boyuta, tablolarına getirebilmek için otomatizm tekniğini kullandığını hatırlatıyor. Sanatçı tablolarının yaratım aşamasında herhangi bir ön düşünce olmadan karanlıkta çalakalem ortaya çıkan bir sembolü veya dokuyu belli bir süre dinlenmeye bıraktıktan sonra bu sembolün veya dokunun karşısına geçip ona çağrıştırdıklarını bularak tablolarının son şeklini aldığını belirtiyor. Sembol, bu tablosu özelinde işe şunları ifade ediyor
“Bu tablodaki amacım, resmettiğim faunada bir yüzeyin (tablonun) üzerinde, bedenlerin arasındaki iletişimi kurabilmek, bir uyum ortaya çıkartabilmekti. İrrasyonel bedenlerin aralarında kurulan iletişimden ortaya çıkan uyum ve bütünlükteki estetiğin hazzı normalde güzeldir ya da çirkindir olarak değerlendirilen herhangi bir resimde tecrübe edilebilecek hazdan çok daha farklıdır. Bu tablo özelinde diğer bir amacım ise tablonun içinde seyircinin kendi varoluşunu bulup resimde yaşarken o estetiğin hazzına varabilmesini sağlamaktı.”